Osmanlı Devleti’nde 17. Yüzyıl Islahatlarını hatırlayacak olursak;
17.Yüzyıl
Osmanlı’da “Duraklama Dönemi” dir. Duraklama dönemi denilmesinden de
anlaşılacağı üzere, ne ilerleyebiliyor ne de geriliyor. Duraklama döneminde
oldukları için belli ıslahatlar çıkartıyorlar. Dönemin Padişahı I. Ahmet’tir.
I.
Ahmet, Ekber Erşet sistemi uygulayarak ‘yönetim’ ile ilgili ıslahat yapmıştır.
Ekber Erşet sistemi tahta en yaşlısının ve en tecrübelisinin geçmesi demektir.
Buradaki amaç taht kavgalarını azaltmaktı yani merkezi otoriteyi korumaktı.
Bunun yanında “Kafes usulü” uygulandı. Kafes usulünü uygulayarak şehzadelerin
sancağa çıkmasını kaldırdı, sarayda eğitilmeye başlandılar. Bahsedilen kafes
usulündeki amacı şehzadeler sancaklarına gönderilip eğitilmeye başlandığında
bir süre sonra ordu kurup babalarına yani padişaha isyan çıkarmasınlar diye
böyle bir tedbir aldı. Buradaki amacı yine merkezi otoriteyi korumaktı. Tabi
burada bahsetmiş olduğumuz Ekber ve Erşet sistemi, Kafes Usulü “yönetim”
alanında yapılmış ıslahatlar olup, temelinde taht kavgalarını bitirmek amaçlı
yapılmış ıslahatlardı.
Fakat
olumsuz açısından bakacak olursak şehzadelerin kafes usulü ile eğitiliyor
olması, tecrübesi, halktan kopuk, yetersiz şehzadelerin ilerde yönetimin başına
geçmesi demektir. Bence bir şehzade geleceği temsil eder. Gelecekte tahta geçip
padişah olacak bir şehzadenin her anlamda yetişip, yeterli olup gelişmesi
gerekir. Yanlış ve yetersiz yetişen bir şehzade devletin geleceğini de kötü
etkiler. Şehzadelerinin sarayda eğitilmesi annelerinin (validelerinin) yanında
eğitim alması demektir. Sürekli annesinin yanında kalıp yetişen bir şehzade
ilerde tahta geçtiğinde annesinin de yönetimde söz sahibi olması demektir. Bu
da bence iç karışıklığa neden olmakla birlikte büyük bir problemdir.
O
dönemde Kuyucu Murat Paşa vardır. Kuyucu Murat Paşa ise devlet otoritesini ve
düzenini sağlamak amaçlı ıslahat yapmıştır.
Fakat bunu güç ve zor kullanarak yapması halkı olumsuz etkilemiştir.
II.
Osman (Genç Osman) Saray dışı evlilik geleneğini başlatmıştır. Saray dışı
evlilik geleneği ise o dönemde şehzadelerin genelde devşirme kızlarla
evlendirilmesinin tersine olan bir durumdu. Devşirme kızlarla
evlendirilmesindeki amaç da yine merkezi otoriteyi korumaktı. Genç Osman
Şeyhülislam’ın kızıyla evlenmişti. Evlendikten sonra kayınpederinin yetkilerini
sınırlandırdı amacı yine hükümdar için merkezi otoriteyi güçlendirmekti. Yeni
çeri ocağını kaldırmaya çalışırken ise yeni çeriler tarafından öldürüldü.
IV.
Murat ise geceleri sokağa çıkma yasağını getirdi, alkolü, sigarayı yasakladı. O
dönemde çıkan yangınların çoğu sigaradan çıkıyordu. 17. Yüzyılda şartlar öne
sürerek göreve gelen ilk kişi ise Köprülü Mehmet Paşa’dır.
Genel
olarak toparlayacak olursak, bu dönemdeki ıslahatlar düşünce safhasında kalıp,
yeterli ve geçerli olamamıştır. Dikkatinizi çektiyse her gelen farklı bir ıslahat
çıkardığından süreklilik ve başarı sağlanamamıştır. Baskı ve şiddet ile otorite
sağlanmaya çalışılmıştır. Bu dönemin en önemli özelliği, 18. Ve 19. Yüzyıldan
ayıran tek farklı Batılılaşma örnek alınmamıştır.
Alınan
kararlarda ve yayılan ıslahatlarda problem sorunun temeline inilmeyip tamamen
anlık ve yüzeysel kararlar alınmış olmasıdır. Bu anlık ve yüzeysel kararlar
anlık çözümlere yol açtığı için refah ve düzen sağlanamamıştır. Islahatların
bütün temelini, padişah ve devlet adamları oluşturmuş, şahıslara ve kişilere
bağlı kalmıştır. Yani devlet politikası haline gelememiştir.
Bu
ıslahatların başarılı olabilmesi için öncelik olarak, hukuk ve eğitim
alanlarına önem verilmesi gerekirdi. Bunlarla beraber Avrupa’daki uygulamalar
örnek alınabilirdi. Sadece askeri ve yönetim alanında kalmaması gerekirdi.
Islahatların tebaaya çeşitli vasıtalarla anlatılıp kabul görmesi sağlanması
gerekirdi. Köklü devlet politikası haline getirilip şahısların kendi
insafına kalmaması gerekirdi. Şehzadelerin kafes usulü değil sancaklarına
gönderilip eğitilmesi gerekirdi.
18.Yüzyıl
Islahatlarına bakacak olursak;
18.Yüzyıl
Dönemi “Gerileme Dönemi” dir. Gerileme
dönemi Lale Devri’nde yapılan yenilikler ve Lale devrinden sonraki yapılan
yenilikler olmak üzere ikiye ayrılır.
Dönemin
padişahı III. Ahmet’tir. Bu dönemin en önemli özelliği Avrupa’nın ilk kez örnek
alınmış olmasıdır. Dönemin adından da anlaşılacağı üzere gerilemişler yani
toprak kaybetmişler. Toparlanabilmek için ciddi ıslahatlar çıkartmışlar. Bu
ıslahatlardan bazıları; Batıda geçici elçiliklerin açılması “siyasi” anlamda,
ilk matbaanın açılmış olması, doğu klasiklerinin tercüme edilmiş olması ve
mimaride Barok ve Rokoko kullanılmış
olması “kültür” , çini ve kumaş fabrikasının açılmış olması “ekonomik” ve en
önemlisi çiçek aşısının uygulanmış olması ise “sağlık” anlamındaki
ıslahatlardır. Fakat bu dönemde bence çok büyük eksiklik olan “askeri” ıslahat
yapılmamıştı. 18. Yüzyıl da başarılı olamadı bence nedeni, 17. Yüzyılda olduğu
gibi halka indirgenemedi. Bu dönem de baskı ve şiddet yolu ile benimsetilmek
istendi fakat 17. Yüzyıla göre ıslahatlar daha kalıcı olmuştur. İlk defa
I. Mahmut döneminde batı tarzında ıslahat yapıldı.
Girilen
savaşlarda başarılar yaşanamadığı gibi kayıplar yaşandı. Bu dönemde yöneticiler
ıslahatlarla ilgilenmek yerine lakayt tavırlarla eğlenceye düşmüşlerdi. Bu
şekilde alt yapısız ve bence hazırlıksız girilen bir savaştan da kazanılması
beklenemezdi. Islahat hareketlerinden memnun olmayan, özellikle Osmanlı’nın
güçlenmesini istemeyen dış güçlerin halkı kışkırttığı görülür. Çıkarılan
Patrona Halil ve Kabakçı Mustafa isyanlarıyla ıslahat hareketleri
engellenmiştir.
Bence
buradaki eksiklik halka bir türlü kulak verilmemiş, yapılan ıslahatların bir
türlü halka anlatılıp kabul ettirilememesidir. Halka bir şeyler anlatılsa
açıklansa ve kabul ettirilse dış güçlerin kışkırtmasına gelinmez ayaklanmalar
olmazdı diye düşünüyorum. Benim açımdan sadece ıslahat çıkarmakla olmaz bu
çıkarılan ıslahatlar doğru tartılıp şiddete ve zor kullanmaya başvurmadan sadece
yöneticilerin çıkarı için değil halkın da refahı için yani padişahlar ve
yöneticiler için değil Osmanlı Devleti’nin iyiliği için ıslahatlar çıkarılmalı
ve bu ıslahatlar her alanda yapılmalı. Askeri alanda donanmayıp, eğlenceye ve
sefaya düşülmüş bir dönemde alt yapı
olmadan savaşa girildiği takdirde kaybedilmesi elbette ki kaçınılmaz
olurdu.
19.Yüzyıl
yani “Dağılma Dönemi” ıslahatlarına bakacak olursak;
Bu
dönemdeki amaç dağılmayı önlemek, toprak kayıplarını azaltmak, her zaman olduğu
gibi merkezi otoriteyi güçlendirmek, içişlerine karışılmasını önlemek, çağa
uyum sağlamak yani çağdaşlaşmak diye sıralayabiliriz.
Bu
dönem ıslahatları II. Mahmut ile başlar. II. Mahmut Osmanlı’da en geniş
kapsamlı ıslahatlar yapan padişah olarak
bilinmektedir. Askeri alanda yapmış olduğu ıslahatlardan biri olan Sekban-ı
Cedit ocağını kurmuştur. Yeni çeri muhalefetinden dolayı ise geri
kapatılmıştır.
Bence
buradaki yanlışı, yeni çerilerin yanına yeni çeri tarzında askeri ocak kurmaya
çalışılırsa doğal olarak tepki görecektir. Bu sefer II. Mahmut Eşkinci Ocağı’nı
kurmuştur. Bu ocak da yeni çerilerin baskısından dolayı kapatılmıştır. Durumlar
böyle olunca II. Mahmut ise komple bir karar alıp yeni çeri ocağını
kaldırmıştır. (1876 – Vakay-ı Hayriye). Bunların hepsinin yerine ise yeni bir
ordu oluşturmuştur. (Asakir-i Mensure-i Muhammediye). Bunların yanında ekonomik
alanda ve eğitim alanında ıslahatlar yapılmıştır.
Örnek
verecek olursak, ekonomik alanda yol yapımına önem verildi, yerli malı kumaşlar
zorunlu hale getirildi, vergide adalet sağlanmaya başlandı vs. Eğitim alanında
ise, ilköğretim zorunlu hale getirildi, ilk kez Avrupa’ya öğrenci gönderildi,
ilk resmi gazete olan ( Takuim-i Vekayi ) çıkarıldı, Batı tarzı okullar açıldı.
En önemli ıslahat yönetim alanında olup,
Sened-i İttifak (1808) imzalanmıştır. Padişah ve ayanlar arasında can ve mal
güvenliğine dayalı yapılan sözleşmedir ve ilk defa bu sözleşme ile padişahın
yetkileri sınırlandırılmıştır.
Osmanlı’da
ilk demokratikleşme hareketidir.
Diğer
yapılanlara bakılacak olursa muhtarlık teşkilatı kurulmuş, pasaport
uygulamasına geçilmiş, polis teşkilatı kurulmuş, tımar ve zeamet kaldırılmış ve
memurlara maaş bağlanmış, müsadere usulü kaldırılmış, posta teşkilatı
kurulmuştur.
Buraya
kadar yazılanları genel olarak toparlayacak olursam; bu döneme kadar yapılmış
olan ıslahatlarda genel olarak başarısızlıkların sebebi devlet adamlarının
kendi çıkarlarını düşünmesi, ıslahat yapan padişahların ve devlet adamlarının
uzun süre iş başında kalamayıp, çıkarılan ıslahatlar doğru düzgün uygulanmayıp
ve her gelenin yeni başka bir ıslahat çıkarmış olması, çıkarları için ve
istedikleri olmadığı için dış çevrelerin entrika ve isyanlarla ayaklanıp
ıslahatlara tepki gösterdiğini görüyoruz. ( Örnek: yeniçeri ocağı)
Kuyucu
Mehmet Paşa, IV. Murat ve Köprülüler ülkedeki asayişi kuvvet ve şiddet yoluyla
sağlamaya çalışmışlardı. Kuvvet ve şiddet yerine halk bilinçlendirilse kuvvete
ve şiddete gerek kalmayacağını düşünüyorum.
Gerileme
döneminde Avrupa Devletleri Osmanlı Devleti’nin toparlanmasına izin vermediler
gerekli tedbirler alınıp gerekli sınırlar çizilseydi ve bir alt yapı
oluşturulsaydı kimsenin etkisinde kalınmazdı diye düşünüyorum. Islahatların
genel amacı, devlete eski gücünü yeniden kazandırmak, yönetimi, orduyu,
maliyeyi düzenlemekti. Ancak hiçbir işe yaramadı çünkü bu dönemdeki
ıslahatçılar gerçek problemi aramak, köklü değişiklikler yapmak, anlık kararlar
almamak yerine var olan durumu korumaya çalıştılar.
Bu
nedenlerle bu dönemlerde yapılan ıslahatların biçimi ve yararı o dönemin
ıslahatçıların şahsına bağlı kalmaması gerekirdi. Bütün bunlarla birlikte
yapılan ıslahatlar toplumun tüm kesimini kapsaması gerektiğini düşünüyorum.
Durumun
daha kötüye gittiği fark edilince, Tanzimat Fermanı (1839) imzalanıyor.
Dönemin Padişahı Abdülmecid’dir.
Tanzimat
Fermanı imzalanmasının nedenleri; dağılmayı önlemek, içişlerine karışılmasını
engellemek, demokratikleşme çabası ve 1840 Londra Konferasında Avrupa’nın
desteğini alma düşüncesidir.
Tanzimat
Fermanı’nın maddelerine bakacak olursak, “bütün Osmanlı vatandaşları hiçbir
fark gözetmeksizin eşittir, herkesin can ve mal güvenliği sağlanacaktır, herkes
mal mülk sahibi olabilecektir, vergiler herkesin gelirine göre alınacaktır, askerlik
vatani görev sayılacak, rüşvet ve iltimas yasaktır, padişah dahil herkes bu
yasalara uyacaktır.” gibi maddelere yer verilmiştir. Burada benim dikkatimi
çeken 17.Yüzyıldan itibaren yapılmış ıslahatların tam zıttı bir Ferman ilan
edilmiştir. Kanunun üstünlüğü kabul edilmiş, toplumsal eşitlik sağlanmaya
çalışılmış ve padişahın yetkileri ikinci kez sınırlandırılmıştır. Bu ferman
Osmanlı’daki ilk “Anayasal” gelişmedir.
Yukarıdaki
Tanzimat Fermanı’nın maddelerine dikkat edilecek olursa BÜTÜN ve HERKES kelimeleri
tüm maddelere eklenmiş durumda. Eşitlikçi bir davranış olduğu görülüyor.
Yine
Abdülmecid döneminde ilan edilen bir başka ferman Islahat Fermanı’dır.
Islahat
Fermanı da dağılmayı engellemek için, içişlerine karışılmasını önlemek için ve
demokratikleşme çabası için ilan edilmiş, Tanzimat Fermanı’yla çok da farkı
bulunmayan bir fermandır.
Fakat
farklı olan tek bir noktası 1856 Paris Barış Konferansı’nda Avrupa’nın
desteğini alma düşüncesi söz konusudur. Tabi bu durumda İngiltere’nin ve Fransa’nın Osmanlı’dan
istekleri vardır. O da Hristiyanlara özellikle çeşitli haklar veren bir ferman,
belge yayınlama şartı koyuyorlar. Böylelikle dış baskı unsuru oluşmuş oluyor,
Tanzimat Fermanı ile Islahat Fermanı arasındaki temel farkı da bu oluşturmuş
oluyor.
Islahat
Fermanı maddelerine bakılacak olursa; Azınlıklar devlet memuru olabilecek,
askerlik için nakit bedel ödeyecek, azınlık mahkemeleri kurulacak, il
meclislerine üye olabilecek, azınlıklar şirket, banka, okul, kilise açabilecek,
azınlık vergileri yeniden düzenlenecek ve küçük düşürücü ifadeler yasaklanmış
olacak. Maddelerden de anlaşılacağı üzere bu ferman direk olarak “azınlıkları,
Hristiyanları” ilgilendirmektedir.
Buradaki
yorumum, özümüzü ve kültürümüzü kaybetmeden Dünya’daki gelişmelere ve kültürlere
açık olmamız gerekir. Aksi takdirde gelişemeyiz. Ne kadar baskı yoluyla olmuş
olsa da Hristiyanlara hak tanınmış olması yanlış bir karar olmamakla birlikte,
her insanın eşit olduğunu, ayrım ve dışlama olmaması gerektiğini düşünüyorum.
Bu kadar eşitlikçi ve hukuksal alınmış kararlar doğrultusunda kendimizi dış
Dünya’ya, çevreye ve farklı görüşlere kapatmamamız gerekir.
Tabi ki
de o kadar ince bir çizgidir ki farklı görüşlere yer vermişken özümüzü,
geleneğimizi koruyamazsak bir nevi ipin ucunu kaçırırsak, kötü sonuçlar
doğurmakla birlikte benliğimizi, topraklarımızı kaybederiz.
Tanzimat
Dönemi Islahatlarına bakacak olursak; (1839-1876) dönemini kapsar.
Dönemin
padişahları Abdülmecid ve Abdülaziz'dir. Dönemin Islahatları; Batı tarzı
mahkemeler açıldı (Nizamiye, Azınlık, Cemaat, Konsolosluk Mahkemeleri). Bu
durum hukukta ikilik olmasına neden olmuştur. İlk telgraf hattı kuruldu (1855),
ilk posta pulu kullanıldı (1863), ilk demir yolu hattı kuruldu (1866)
İzmir-Aydın, ilk dış borç alındı (1854 de kırım savaşı sırasında
İngiltere’den). İlk kağıt para (kaime), ilk bozuk para (mecidiye) basıldı. İlk
özel banka açıldı (Bank-ı Dersaadet – 1847), ilk özel gazete çıkarıldı ( 1860 -
Tercüman-ı Ahval) , İlk üniversite açıldı (1863- Darü’l Fünun), ilk kız
okulları açıldı, ilk öğretmen okulları açıldı, ilk kez padişah yurt gezisine
çıktı (Abdülaziz- Paris 1867), Arazi kanunnamesi çıkarıldı, vilayet nizamnamesi
çıkarıldı, Galatasaray Sultanisi açıldı, İl meclisleri kuruldu, memleket
sandıkları kuruldu, Meclis-i Maarif Nezareti kuruldu.
Buradaki
yorumum, dikkatimizi çekecek olursa Tanzimat Fermanı’nda HERKES, Islahat
Fermanı’nda HRİSTİYANLAR ve Tanzimat Dönemi’nde ise İLK kelimelerine ağırlık
verilmiştir. Herkese adalet sağlanıyor, kimsenin çıkarı söz konusu değil,
yönetimi kendi çıkarları uğruna yürüten padişahların yetkisi çoktan
sınırlandırılmış, hukukun üstünlüğü kabul edilmiş, zorunlu veya sorunsuz, dini
ırkı ne olursa olsun herkes eşit ve zaman geçtikçe ilerlemişiz, gelişmişiz.
Yukarıdaki yorumumu yazarken de belirttiğim gibi kendi benliğimizi, özümüzü
kaybetmeden, kendimizi ve ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve ne olmamız
gerektiğini unutmadan yapılan her yenilik, kabul edilen her görüş, din, ırk,
bizim için farklı bir bakış açısı ve gelişme sağlar. Önemli olan ipin ucunu
bırakmamaktır diye düşünüyorum.
I. Meşrutiyet
Dönemi’ne bakacak olursak (1876);
Meşrutiyet
kelime anlamı olarak Anayasalı, meclisli yönetim demektir. Bu dönemdeki etkin
güç Jön Türklerdir (Genç Osmanlılar). Peki Jön Türkler kimdir? Osmanlıda ilk aydın
zümre olarak tanımlanabilir. Mithat Paşa, Ali Suavi, Namık Kemal, Şinasi,
Hüseyin Avni Paşa, Ziya Paşa bu zümreyi oluşturmaktadır. Aydın olarak bu
aydınların aydın olarak bir amacı vardır. Ülkenin içinde bulunduğu durumu
ortaya koymak, özellikle olumsuz durumları sorunları ortaya çıkarmak, sorunları
gidermek, dile getirmektir ki bence bir çok açıdan bunu yapmak mümkündür.
Bu
aydınlar Osmanlıcılık fikir akımını savunmak ile birlikte altında yatan
amaçları Osmanlı’nın dağılmasını engellemektir. Bu dağılmayı önleme çabasının
uzantısı Meşrutiyettir. Dönemin padişahı olan Abdülaziz’dir, Meşrutiyet yanlısı
olan Jön Türklerle pek geçinememektedir. Meşrutiyet fikirlerine karşıdır. Fakat
bir süre sonra iki bileği kesik bir şekilde ölü bulunmuştur ve hala %100 aydınlatılamamıştır. Onun yerine yeğeni 5. Murat tahta geçecektir
fakat psikolojik sorunları olduğu söylenmektedir. Meşrutiyetçiler meşrutiyet
fikirlerinde ısrarcı oldukları için bu konuyu bir şekilde gündeme getirmek
istemişlerdir ve 5. Murat’tan sonra hanedanın en yaşlısı olan
II. Abdülhamid’dir. Meşrutiyetçiler II. Abdülhamid ile görüşüp tahta çıkması
karşılığında meşrutiyet şartı koyuyorlar.
Sonuç
itibariyle II. Abdülhamid tahta çıkar ve Meşrutiyet’i ilan eder. Bu tarihimizde
I. Meşrutiyet olarak geçmektedir. Mebusan Meclisi açılmıştır, bu meclisin
özellikleri halk seçer, görev süresi 4 yıldır, halk ilk kez yönetime
katılmıştır. Ayan meclisinde ise, padişah seçer ve görev süresi ömür boyudur.
Kanuni
Esasi Anayasası Hazırlanmıştır ve Osmanlı’nın ilk anayasasıdır. Demokratikleşme
çabasının bir ürünü olsa da padişahın yetkilerinin fazla olduğu görülür.
Meclisi
açma- kapatma, sürgüne gönderme yetkisi padişaha aittir. Bunların yanında,
hükümet padişaha karşı sorumludur ve yasaları Mebusan Meclis’i çıkarır. Padişah
meşrutiyetçi olmadığı için Meşrutiyetçilerin teklifini tahta çıkmak için kabul
etmişti ve tahta çıktıktan sonra yeni bir dönem başlatıyor. Bu dönemin adı
İstibdat Dönemi’dir.
Diğer
adıyla Baskı Dönemi de denebilir. Bu baskı döneminde 1877-78 Osmanlı Rus
Savaşını bahane ederek Meşrutiyeti sonlandırıyor ve o dönemin aydınlarını, Jön
Türklerini ya sürgüne gönderiyor ya da tutukluyor.
Bunun
ardından basına çok sert bir sansür uyguluyor, halifelik teşkilatı oluşturuyor.
Jön Türklerin bazılarının Avrupa’da saklandığı ve belli bir süre sonra tekrar
ortaya çıkacağı görülüyor. O dönemde ise İttihat ve Terakki Partisi kuruluyor,
Hamidiye alayları oluşturuluyor, Sanayi Nefsiye mektebi açılıyor, Duyun-u
Umumiye İdaresi kurulmuştur, Kabotaj (limanları kullanma hakkı yabancılara
veriliyor).
Genel
olarak yorumlanacak olursa, yanlış bir batılılaşma olduğunu görüyorum. Her
dönemin padişahı mutlaka bir dayatma ve zor kullanıp kendi bildikleri yolu
doğru sayıp çağdaşlaşmaya karşı çıkıyor gibiler.
İlk
başta iç düzenin sağlanması gerekir, temellerin sağlam atılması gerekir ki ne
dışardan gelen baskılara başımız eğilsin ne de dışardan gelen etkiler bize etki
edebilsin. Ne kadar farklı görüşlere gözümüz kapatılır, yenilikleri kabul
etmezsek o kadar gerileriz ve ilerleyemeyiz.
KAYNAKÇA
https://www.sorubak.com/blog/17-yy-islahatlari-ve-ozellikleri.html
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/877693
http://tanzimat.k12.org.tr/batililasma-kavrami/
http://tanzimat.k12.org.tr/yanlis-batililasma/

0 Yorumlar